12 Mart 2010

O kuş'a dair.

O kuşun doğduğu yer bir mabetti.

Bereketli yağmurları, rengarenk canlıları olan bir ormandı o mabet. Ormana zarar verebilecek avcıların yaklaşamadığı bir yuva.

İnsanların birbirlerine hakaret etmek için kullandığı, içinde adının geçtiği tamlamaya kafa tutarcasına, yüce bir bilince sahip olandı. Öncelikle kendisinin, bununla birlikte de çevresindekilerin farkındaydı. Ormandaki dereleri ve ağaçları seven; aynı zamanda kokarcasıyla, tilkisiyle ormanı bir bütün olarak gören; canlıları silmeye yanaşmayandı.

Havanın açık olduğu zamanlarda, elektrik direği üzerinden çevreyi izlemektense, göğün tadına bakan bir kuştu. İnsanlarda, bulutların üzerine çıkmak fikrini doğurandı. Uçmak isteyen her kuşa uçmayı öğreten, uçamayan varlık olan insanda ise bu gayeye ulaşmak umudunu harlayandı. Uçmayı sevdiği gibi, koşmayı da bilendi.

Yükseklere çıkabildiği için, gelecek tehlikeleri görebilen ve hissettiği sorumluluktan ötürü uçamayanlara, gelebilecek olayları haber verendi. Ama yeri geldiğinde, olaylara sadece uzaktan bakmak gerektiğini de bilirdi. Bu bakmak korkaklık değildi! Bir kartal kadar cesurdu. Bu bakmak, olaylardan sonra durumdan faydalanmak değildi! Leş yiyici olmak ona yakışmazdı.
Nasıl uçacağını da bilirdi. Rüzgara karşı uçmayı, kanatlarını kuvvetlendirmek için deneyen; ama rüzgara kafa tutmayı amaç edinmeyendi.

Üstündeki tüyleri asilce taşıyordu; fakat asaletini gösterişe dökmezdi. Gösteriş yapmak tavuskuşunun işiydi, onun değil.

Barışın soyluluğunu bilen güvercinlerle benzeşirdi.

Bir martı kadar da simgelerdi özgürlüğü; zira çok konuşup hiçbir şey söylemeyen bir papağan değildi.

O, gökyüzünde süzülegelmiş ve süzülmesi gereken, gökkuşağındaki renklerin hepsini kabul eden ve pek çoğunu yaşamaya çalışandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder