3 Nisan 2010

Diğer Dört Parmak

(Nazım'ın "Başparmak" Yazısı üzerine.)

Başlığımın “Diğer Dört Parmak” olması, onlardan bahsetmemi gerektirmediği gibi, yalnızca okura yönelik bir hatırlatma amacıyla bulunmaktadır bu yazının başında. Başka bir amaca hizmet etmesini planlamış değilim, bir işlev bulursanız ne âlâ.

Öyleyse sizlere, Nazım’ın “Başparmak” metaforunu nasıl kullandığını anlatacağım ve bu yazının bizi götürebileceği yerlere gitmeye çalışacağız. – Evet, bu yazıyı bir durak olarak ele alıp, başka yerlerin- konuların- olguların tartışılması için yollar açacağız.-

Yazıyı okurken “Başparmak” ile değil, işaret parmağıyla takip edeceğimizi de belirtmem gerekiyor. O zaman başladım.

İlk paragrafta, “Başparmak”ın ideolojik bir figür halinde sunulduğunu görüyoruz. Diğerlerinden yüksekte bir figürdür. Onların hayatlarına karışmamak gibi bir düşüncesi yoktur; bilakis karışır- müdahale eder ve onlar adına karar verir. Ebeveyn, eğitmen, yönetici, entellektüel, Nietzsche’nin kullandığı anlamında “Üst- İnsan” vb. pek çok figüre varabileceğimiz bir konuma yerleştirilmiş metaforik ögemiz. Fakat gözden kaçırdığını düşündüğüm bir nokta da yok değil. “İşlev”den bahsettiğimiz zaman, bir ‘araç’tan konuşmuş oluruz ve araçlar üstün değildir- aksine metadır. “Görev” yahut “Sorumluluk” gibi kelimeler tercih edilebilir.

İkinci paragrafta ideolojik konumuyla devam ediyoruz. Zayıf gladyatör idam mı edilecek, hayatta mı kalacak? Buradaki karar siyasi gücü olan insanlar tarafından alınır ve alınacak bu kararın halk üzerinde yaratacağı etki düşünülerek alınır. Kişi ölürse halk doyacaktır; eğer ölmezse, “Devamı haftaya” şeklinde bir bitiriş ile askıya alınacaktır- beklemek durumunda bırakılacaktır.

“Sadece hiçlik tamdır” iddiası ise fazla kuvvetli(?), iddialı olmasının yanında insanı düşünmeye sevk edemiyor- insan, hiçlik üzerine düşünemez.

Kendisini diğerlerinden ayırdığını söylüyor Nazım bizlere, onun dışarı atılmış olması ihtimalini görmek istemeyerek. Alttan alttan, toplumun dışında olup yine de toplumu yöneten bir figür çizilmiştir ki bu figür ne kadar tutarlıdır, okurun takdirine...

Hemen üstüne de bizi Divan Edebiyatı’na götürür. Çok kuvvetli bir çağrıdır burada karşımıza çıkan ve okurun tepkisinin olumlu olmasını ister- her çağrı gibi. Devamı da boş kalmaz buradaki gönderme- yönlendirmenin, “Dönülmez akşamın ufku”. Yazıdaki en kuvvetli göndermelerden biri karşımızda yine; fakat bu gönderme üzerinden ilerleyemeyeceğim birikim eksiğimden ötürü.

Ardından, sevgi ve aşk ile karşımıza çıkar “Başparmak”. Her ne kadar iyi kavrasa dahi o tensel zevki tam olarak tadamamaktaymış kahramanımız. Ama bu bir sorun değildir onun için, ne de olsa o “üstündür”. ‘Sevgiden söz ederken hiyerarşi yaratmaya çalışmak’ oluyor Nazım’ın burada yapmaya çalıştığı. Yunus Emre yahut Mevlana’nın kemikleri sızlıyordur eminim.

Bir sonraki paragrafta karşımıza aile reisi olarak çıkmasına karşın, bir önceki paragrafta dile getirilmiş olan “Sevgi”den oldukça uzaklaşmıştır kahramanımız. Döver, kızar, yola getirir. Alkolik ya da sorumlulukbilincinden nasibini alamamış bir babayla karşı karşıyayız.

Yumruk sıkıldığı anda, artık askeriye sınırları içerisindeyizdir. Sıradaki düzeni bozan, cezasını çekecektir.

Akıllara kazınan o “Aslan Kral” kapağındaki gibi, bir kayanın üzerine çıkıp gerinmektedir şimdi. Kükrüyordur. Dolup taşan bir coşku içindedir – Nietzsche üzerinden Dionysos’a ve insanın ikinci haline gidebiliriz buradan.- ve yine davetkârdır; fakat tehlikelidir de. Bizi çağırdır yer özgürlük müdür, yoksa onun egemenliği altındaki bir kraliyet mi? Bizi çağırdığı yerin özgürlük alanı olduğuna inanmamızı engelleyen bir devamı var yazının. El ayasının onu desteklemesinden bahsedilmektedir, üçkağıt- torpil- adamkayırma gibi yollarla yükselen siyasetçiler gelir burada yine aklımıza- kuvvetli bir ideolojik noktadayız yine-. Ayrıca, dudağa/ kaydırağa benzettiği bölge ise bu tezimi güçlendirir niteliktedir. Dudağın özelliği konuşmamızı sağlamasıdır – ayrıca, yalan söylememizi- ve kaydırağın özelliği ise onun üzerinde kalıcı olamayacağımızdır, kayıp/geçip gider ve unutuluruz. Şuraya varmak istiyorum: Siyasetçilerin yalan söylemek alışkanlıklarını dudak ve kaydırak ögelerini kullanarak bize sunmuştur.

Hiçbir yere batmayacağına dair iddia ise tamamen asılsızdır. Bütün yazı onun egemenliği altındaki bir istibdat hükümetinde gezindikten sonra buna inanmamız beklenmemeli. Kaldı ki gitara en çok tokat atan da odur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder