12 Nisan 2010

Mavi Ateş Böcekleri

Adam, esir düştüğü, sonsuzluğu görünmez kılan duvarların arasında başıboş bir şekilde yürüyordu.Onu esir eden o labirentin duvarlarının arasına bağnaz fikirler, çıkarcı haykırışlar ve birçoğu, sıkışmışlar; adamın geçtiği her yerde kafasına girip kulaklarını parçalarcasına beyninin etrafına örümcek ağları örüyorlardı.Adam örümcek ağlarını sadece çıkış yolları ararken o upuzun duvarlardan gözlerini aşırıp geriye kalan bir avuç gökyüzünün-içinde birkaç siyah bulut da olsa-ışığıyla yüzünü yıkadığında beynine sızmayı başaran umut kırıntılarıyla parçalamaya çalışabiliyordu.Adam o zamanlar hep; dünya gibi, sadece yüzünü ona çevirdiğin zaman güneş seni aydınlatır diyordu.Gözlerinin hep gökyüzünde olması da bundandı zaten.Gündüzleri kurtuluş yolu buydu da delirmekten, peki geceleri?Her gece nerden geldiği belli olmayan bir ışık yansıyordu o koca duvarlarına labirentin.Yansımanın kuvvetli olduğu yer onun köşesiydi; hep o tarafaydı yönü.
Geceler ve gündüzler, yalnızlık ve esaret, aynı zamanda tuğlaların arasına sıkışmış şu saçma sapan sesler...Geçip giden zamandı sadece; diğerleri hep kalıcı.
O gece, diğerlerinden çok daha yalnız olduğu ve esaretinin bile sınırlarındaki kapıları kırmak için uğraşacak kadar esir düştüğü o en karanlık gece, bir şeyler değişti.Nerden geldiği bilinmeyen gizemli ışık çoğaldı, çoğaldı; sonunda öyle arttı ki o saçma haykırışlardan ses çıkmaz oldu.Hatta labirentin duvarlarının boyu bile kısaldı:Bütün tuğlalar sinmişti çünkü kendi köşelerine.Fırsatını yakalamıştı adam.Hiç olmadığı kadar hızlı koştu, yönü bildiğinden değil-ışık onun da gözlerini kamaştırmıştı-içinden gelen sesin dediği yöne attı adımını, sonra ötekini ekledi ve kolları tüm bu devinime uyum sağlayarak sallanmaya başladı.Tüm bunlar olurken geceydi hâlâ gece olmasına, ışık bölemiyordu geceyi:Adı gündüz değildi ne de olsa.O, başka bir şeydi, bir alevdi tutuşmayı bekleyen.Ve o alev, o özgürlük alevi, gözlerine sıçradı.Ulaşmıştı yıllardır aradığı şeye içindeki labirentte.Bulmuştu merkezi ve esaretin parmaklıları özgürlük tarafından paramparça edilmişti.
Gözlerini açtı; evet, ışık onun içindeydi, başka bir yerde değil.Ve o kapkaranlık gecede özgürlük onu oraya, bütün o yüksek duvarları ve saçma haykırışları yenerek içindeki labirentin ortasına getirmişti.Bulduğu şey, ışığın merkezi olan şey, bir fanusun içinde birkaç ateş böceğinden ibaretti.İçlerindekini sadece gece gösterenlerdi o ateş böcekleri.Gündüzleri uyuyup siyah bulutların, ışık beyazının ve özgürlük mavisinin üstünü yavaş yavaş ve sinsice örtmesini göremeyenlerdendiler.Neden sadece en karanlık zamanlarda ortaya çıkarlardı ki?Neden sadece en zor anlarda dökerlerdi ışıklarını etraflarına?Adam cevap veremedi; sadece artık onlar da özgür olsunlar istedi.Fanusu kaldırdı ve ateş böcekleri birer beyaz nokta olarak geceye karışmaya uçtular.Tozup siyahla örtülecekleri sırada patladılar.Gece sonlandı ve adamın içindeki labirent yıkıldı.Sonra adam düşünmeden yüzünü güneşe çevirdi.Beyaz ve köpüklü bulutlar üstünde dilediğince uçup rüzgarları döve döve ilerlemeye ve beyaz bir ışık olup etrafındaki ışık ordusuna karışmaya hazırlandı.Gözlerindeki ateş mavi ve saftı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder