6 Haziran 2010

Nasırlaşmış Ellerin Ninnisi

Mayhoş kokulu kitapların tozlu sayfalarına gömülmüş yaşlı bir adam. Eskisi kadar iyi göremeyen ve yalnızlığın buzdan soğuk kollarını yüreğinin en derininde hisseden.
Şehrin orta yerinde tüm heybetiyle yükselen bir apartman. Apartmanın çatı katında gözyaşlarına boğulmuş zavallı bir kadın. Belli ki canı sıkkın, bu dünya gibi yorgun ve bıkkın. Saate bakıyor, akreple yelkovan ona inat edermişçesine sinsi sinsi gülümsüyor. Kan çanağına dönmüş gözlerinden, gözyaşına bulanmış rimel akıyor. Gözyaşları da eskisi gibi masum değil, onlar da dünya gibi günden güne kirleniyor.
Kadın, yan odadan gelen ağlama sesini duyunca irkiliveriyor birdenbire. Gözlerini dünyaya açalı henüz birkaç hafta bile olmamış zavallı oğlunu susturmak için çatallaşmış sesiyle unutulmuş bir ninni söylemeye başlıyor. Ninniyi söylerken de gözyaşlarına ve hakim olamıyor, hıçkırıkları bölüyor yinelenen her dizeyi. Henüz öğrenmediği acı bir haberin ağırlığı oturmuş yüreğine. Gözyaşları da tedbiri elden bırakıp boşalıveriyorlar sağnak yağmur misali.
Adamın gözleri dolu dolu oluyor. Elindeki kitaptaki âhenkle dizilmiş acıklı kelimelerden midir üzüntüsü yoksa üzüntüden çok hayata bir sitem midir gözyaşları, bilinmez. Kütüphanecinin yaklaşan adımları yaşlı adamın aniden irkilip başını bir saniyeliğine de olsa kitaptan kaldırmasına ve günden güne uzaklaştığı gündelik yaşama şöyle bir göz atmasına sebep oluyor. Aklına geciktirdiği kitabın cezası geliyor. Günler boyunca elinden bırakamadığı, defalarca yeniden ve doyumsuz bir zevkle keşfettiği kitabın... Cezayı ödeyecek beş kuruşu yok. Onu hayata bağlayan tek şey saman kağıdı ve biraz mürekkep. Ailesini uzun süre önce terk etmiş ve o günden beri neredeyse çaldığı her kapı yüzüne kapanıyor.
Kadın, kapı ziliyle irkiliyor. Gözyaşlarını elinin tersiyle silip aynada son kez gözden geçiriyor kendini. Kapı deliğinden ev sahibinin çatık kaşları görünüyor. Kocası onu terk ettiği günden beri ödeyemediği kira geliyor aklına. Yapacak pek bir şey kalmıyor, çaresiz kapıyı açıyor.
Yaşlı adamı, omzundan tutup çekiyor nasırlaşmış eller. Kendini kütüphanenin heybetli kapısının önünde buluyor. Yere yığılıp kalıyor yorgun bedeni ve hıçkırıklarında kayboluyor küçük bir çocuk misali. Gidecek tek bir yer, çalacak son bir kapı kalıyor. Ona da eli uzanmıyor.
Kadın, zavallı oğluyla birlikte dışarıda buluyor kendini. Kaybedecek bir şeyim kalmadı artık diyor. Mahallede bir telaştır sürüp gidiyor. Biçare gözlerle süzüyor etrafı. Ambulansın siren sesleri ve kucağında deliye dönen oğlunun hıçkırıkları uğulduyor kulağında. Yıllar önce annesinin evinde tanıştığı falcı kadın " Başın sağolsun kızım, annen vefat etmiş. " diyor. Daha sonra yanına annesinin gün arkadaşları geliyor. Yatıştırıcı birkaç kelime söylüyormuşçasına ortalığı velveleye veriyorlar. Kadının başı dönmeye başlıyor ve gözünün önünden annesinin cansız bedenini izleyen çılgın bir kalabalık geçiyor. Başı dönüyor ve ev sahibinin çatık kaşları gözünün önünde, oğlunun sesi kulağında... 
Yaşlı adam yavaşça doğrulup yürümeye başlıyor. Kaybedecek neyim kaldı ki, diye söyleniyor kendi kendine. Derken telefonu çalıyor ve kapkara kelimeler geliyor ahizenin öbür ucundan. Adam, caddenin ortasında yığılıp kalıyor.
Ertesi gün manşetlerde dört kara kelime dalgalanıyor: Baba ve Kızın Buluşması. İkisi için de çalacak bir kapı kalmıyor ya da tüm kapılar onlara açılıyor. Hayatı boyunca birbirini görememiş bu iki insanı ölümü izleyen ölüm kavuşturuyor.

1 yorum: