8 Şubat 2012

Un Çuvalı

- Geldiğinde ölmüştü. Yemin ederim komiserim. Ben elimi bile süremedim. Ambulansla da gelmemiş. Bizim hademe çocuklar acilin önünde bir araba görmüşler. Ama rengini tarif edemiyorlar. Hasan efendi karaydı diyor, Ali İhsan gök mavisi diye ayak diriyor. Işıktan olacak. Bizim acilin girişindeki lambalar arızalıydı da. Ne diyordum, ha işte o arabadan atmışlar zavallıyı, sonra da basıp gitmişler. Şimdi siz niye plakayı almamışlar diye soracaksınız komiserim. Haklısınız. Bir cahilliktir etmişler. Bağışlamak size düşer. Korkudan olacak, yoksa iyi çocuklardır. Ben kefilim komiserim. Zaten hemen beni çağırdılar. Gittim, nabzına baktım. Vallahi atmıyordu. Derhal sizi aradık.
- Peki. Siz dışarıda biraz bekleyin. Hademelerin de sorgusu bitince bir araçla sizi hastaneye bıraktırırım.
-Başüstüne komiserim. Ben burada bekliyorum. İhtiyacınız olduğunda… Benim için emirdir komiserim.

-Hasan Efendi. Şimdi ne oldu ne bitti, anlat bakalım.
-…
-Yahu, niye dikilip duruyorsun karşımda be adam. İki kelam et de şu dosyayı rafa kaldıralım, sen de kurtul, ben de.
-Ne anlatayım ki komiserim. Doktor beyim anlatmıştır hepsini.
-Yahu, senin doktor beyinin ifadesini kâfi görsem seni niye buralara kadar çağırayım be adam? Hem olayı baştan sona gören bir sen varsın. Ama sen diyorsan ki doktor beyin dedikleri harfi harfine doğrudur…
- Doktor beyim okumuş adamdır komiserim. Onun sözü kitap gibidir bize, hiç şaşmaz.
- Yani sen onun ifadesini aynen teyit ediyorsun, öyle mi?
- Evet komiserim.
-Tamam, tamam. Haydi çık çık. Diğerine de haber ver, gelsin.

- Ali İhsan sen misin?
-Hee.
-Adam gibi cevap versene. Ne o öyle ağzında yuvarlıyorsun sözü.
-Kusura kalmayın komiserim. Cahillik işte. Ali İhsan benim.
- Hah şöyle, yola gel bakalım.
- Geçen gece sizin hastanenin acil servisinin önüne bir araba yaklaşmış. Sonra bu arabadan bir adam atmışlar. Anlat bakalım, neler gördün?
- Komiserim, ben sabahları çalışırım aslında. Geçen gece, bizim Ahmet vardır, bildin?
- Nereden bileyim ben senin Ahmet’ini? O kim?
- Geçenlerde işe başladıydı. Kara yüzlü bir çocuktur; ama yüreği saf altındandır. Böyle yiğit parçası zor bulunur bugün, komiserim. Geçenlerde de mahallesinden bir kıza vurulmuş. Anlattıydı. Böyle zeytin gözlü, kalem kaşlı bir kızmış. İncecik de beli varmış ki sormayın komiserim. Kız mahallede bir o yana bir bu yana salındıkça içim bir hoş oluyor be ağbi, dediydi. Ben de gördüm, valla çok güzel kız be komiserim.
- Niye bana bunları anlatıyorsun be adam?
- Komiserim, daha demin sen demedin mi anlat diye. Anlatıyorum işte. Kusura kalmayasın, laf lafı açtıysa.
- Neyse, neyse. Bitir artık şu lafı adam.
- İşte bu kıza sevdalandı da kız buna kafasını çevirip bakmadı. Ahmet de hastalanıp yataklara düştüydü…
- Kısa kes demedim mi ben sana?
- Haklısın komiserim. İşte o yüzden o gece onun yerine ben çalışıyordum. Ali İhsan emmi bir cigara tüttürmek için dışarı çıktıydı. Bir iki dakika geçti geçmedi, geri döndü. Yüzü kireç gibi. Koş, çağır doktor beyi dedi. Koştum, çağırdım. Doktor beyim de çalışkan adamdır. Sabahtan akşama kadar didinir durur. Yıllar var bilirim, karı kıza da bakmaz, sabah yedi dedin mi takım elbise gömlek iş başı yapar.
-Teferruata girmesene be adam.
- Doktor beyim de çay içiyormuş odasında. Garibanın bir çayı keyfi vardır. Neyse kapısını çaldım haber vereyim diye. İçeri girdim. Olayı anlattım. Dur, bitireyim şu çayımı, öyle, dedi. Haklı. Koskoca doktor. Bir de öyle her doktora benzemez. Dediydim ya çalışkan adamdır. O kadar işten sonra bir çayı çok görmemek gerek. Biraz bekledim. Sonra telefon çaldı. Başkanın oğlu kapıya çarpıp burnunu kırmış. Yüzü gözü dağılmış. Gören esaslı bir yiğitle yumruklaşmış sanır.
- Hayri mi? Başkanın ortanca oğlu?
-Adını bilmem.
- Odur, odur. Yumurcak, haylazdır, maylazdır; ama sevimli şeydir ha. Mehmet, unutturma da bir ara başkanımızı arayıp geçmiş olsun diyelim. Çocuklara söyle, şöyle güzel de bir çiçek yaptırsınlar.
- Emriniz olur komiserim.
- Neyse, devam et bakalım Ali İhsan.
- İşte doktor beyim çocuğa koştu can havliyle. Ben de Hasan emminin yanına yollandım. Hasan Efendi kapının yanına bir iskemle çekmiş, adamın başında bekliyor! Ne oldu emmi dedim. Doktor gelene kadar bekleyeceğim dedi. Hasan emmi, iyi adamdır, doğru adamdır ha. Doktor, öl dese ölür. Hele anlat şu işin aslını dedim. Acilin önüne kırmızı bir araba yaklaşmış. Arka kapı açılmış. İçeriden zavallıyı un çuvalı gibi fırlatmışlar. Hasan emmi arabada başkan beyi görür gibi olmuş. Ama…
- Höst. Nasıl laf o öyle? Seni devlet büyüklerine hakaretten içeri tıkarsam görürsün.
- Yok komiserim. Vallahi yanlış anladın. Ben hiç öyle laf konuşur muyum? Sen Akçam köylüsü Ali İhsan’ı tanıyamadın herhal. Yanlış görmüşsündür emmi dedim, hiç olur mu, koskoca başkan. Hasan emmi gözlüğünü taburenin üzerine bırakmış, ben de öyle yorulmuştum ki çöküverdim tabureye. Nereden gelir aklıma? Gözlük kırıldı kırılmasına da cepte beş kuruş yok ki yenisini alalım. O gün bugündür Hasan emmi seçemiyor uzağı. Kendi de dediydi zaten.
- Bitti mi anlatacağın?
- Vallah başka anlatacak bir şey yoktur komiserim. Hastanemizin hiçbir suçu da yoktur. Doktor beyim gibi namuslu adam bulamazsın. Sizi bile yormak istemedi, gitmeyelim karakollara dediydi de başhekim ısrar etti. Doktor beyim, bu olayı büyütmesek iyi olur dedi, komiseri de yormayalım. İşte böyle yüreği zengin adamdır.
- Sizi tembihledi mi peki?
-Yok, memur beyim. Hiç öyle şey olur mu? Bizim doktor aklı selim adamdır. Bir iki laf etti, öğüt niyetine. Karakolda nasıl oturulur kalkılır, şehirli adabı nasıl olur onu anlattı. Sağolsun.
- Mehmet, sen niye karışıyorsun, sen söyle bakayım ne yazdın rapora?
-Adamın verdiği ifadeyi evraka harfiyen yazdım geçirdim efendim.
-Ver bir bakayım. Bu arada Ali İhsan mısın nesin, şurayı imzala da çık git.

-Yahu, oğlum sen dangalak mısın?
-Af buyurun efendim?
-Yahu üç adam da ne dediyse harfiyen işlemişsin. Olmaz ki. Haydi ilk ikisi neyse de şu sonuncu pek hoş zırvaladı. Onu niye yazdın be oğlum?
- Efendim, adam farkında olmadan olaya ilişkin pek çok şey itiraf etti. Belli, biri zorlamış söylemesin diye. Ama namuslu adammış.
-Sus, onun namusunu sorgulamak sana mı kalmış? Yırt at şu raporu, gözüm görmesin.
- Ne yazayım peki?
- 9 Aralık Cumartesi günü devlet hastanesinin acil servisinin önüne bir araç yaklaşmış ve bu araçtan aşağı bir adam atılmıştır. Doktor,hemen yardıma koşmuştur. Ancak doktor gelir gelmez hastanın nabzının atmadığını fark etmiştir. Müdahale etme fırsatı bulamamıştır. Arabanın rengi lambalar arızalı olduğu için seçilememiştir. Olayın tek tanığı olan hademenin gözlüğü yanında olmadığı için plaka da not edilememiştir. Cesedin kimliği tespit edilememiştir. Kuvvetle muhtemel ilçemizden değildir. Bilgilerinize arz ederim.
- Savcılığa yolluyorum efendim.
- Ha şöyle yola gel. Aslında zehir gibi çocuksun; ama adabı muaşeret eksik. Neyse neyse onu da ben öğretirim sana. Sen u işi bitir de bir kahve söyleyiver bana. Bir de sana zahmet yengenin siparişlerini de ayarlattırıver.
-Baş üstüne efendim. Un çuvalı gibi fırlatmışlar adamı.-Ne dedin?
-Başka bir emriniz demiştim?
-Yok yok, hadi sen şunları bir hallediver de.

16 Haziran 2011

Karıncalar

Gece eteklerini çamurda sürükleye sürükleye gündüze doğru ağır aksak ilerliyor. Tabii bu durum yalnız bu yarımküre için geçerli. Başka yerlerdeyse bu durum şu anda burada görülenin tersine işliyor. Ama biz bakanlık fizik sınavı sorularından anlaşılacağı üzere bazı şeyleri kolay olsun diye yoksaymayı sevdiğimizden ikinci durumu bir istisna olarak ele alıp ona karşı üç maymunu oynuyoruz.
Kaçırdıklarımızı delik deşik bir çamaşır filesine doldurmaya çalışıyor ve sonra da fileyi sırtımıza atıp geceyi takip ediyoruz. Ama gece kalabalığı yarıp dünyanın merkezine varmış bile. Biz de kalabalığın koltuk altlarını ayak parmaklarımızla ite ite geceye kavuşmaya çabalıyoruz. Kalabalık tek adım geçit vermiyor. Arada gelişen hafif kımıldanmalarla geceye yaklaşmaya çalışıyoruz. Bu kımıldanmalar o denli küçük ki sadece kendimizi kandırdığımızla kalıyoruz. Anlık hafıza kayıplarının sinir uçlarımıza nokta nokta batmasına alışıyoruz.
Tam gecenin iç cebine kıvrılıp uykuya dalmışken gün ışığının izafi sıcaklığıyla oturduğumuz yerden doğrulup gözlerimizi ovuşturuyoruz. Biz her sabah huysuz çığlıklarla yeniden doğruluyoruz, yeni rahimlerden, bambaşka göklere doğuruluyoruz.

5 Kasım 2010

GEÇTİ

Yad olsun hayallerim
Çocukluğum kadar
Hatırlarım sizi,
Haber olsun bisikletim
Şimdi düz yollar değil geçtiğim,
Görünce beni nazlanan kedim
Oynadığımız oyun değil,
Ey beni ağlatan derdim
Güldüğüm sensin şimdi.

BAHAR ÇAKMAK
       Zamansız Hülya
Fotoğrafçı ihtiyar amcaya…

Her bir iz ellerde geçmişe akar
Zaman vefasız sevdiğini çalar
Ayna yansıtır, istenmez gerçeği
Özlemese hatır, acımaz akla.

Beyaz dost yüzünde ihtiyar amca
Çocuk gibi masum şekerli sözler
Gelecek adında şımarıklarsa
Üzerse seni, cilvesini yaşa.

Karalar aştın, umudun deniz
Bir su gibi hayat, ol hep aziz
İhtiyar amca, bul sevdiklerini
Zamanı aşmış, sevgili hülyada.

BAHAR ÇAKMAK
 Ve Edebiyle Gidiyor Ebede
Edebiyle gidiyor
Ebede
Donmuş bir bedende
Duymayan,görmeyen
Ve daha nicesi
Unutmuş
Hissetmeyeni farketmez kimse
Ama sevmiş bir kalp
Var bu bedende.

Edebiyle gidiyor
Ebede
Geride saklanan
Umutlar korkak
Sessizlik hakim
Ve donmuş bir beyaz
İçinden can fışkıran
Muhafazada
Müşahade fırsat
Şakıyan kederi serbestçe.

Edebiyle gidiyor
Ebede
Yok olan yapraklar
Ağlayan çağlayanlar
Çağrısı geleceğin
Ve aziz vefanın
Bir dostun, cananımın
Kapılmışım sihrine
Canım rüyamın
Beyaz bir tabut içinde
Çok uzak, derinde
Düşlerim, sevdiklerim
Edebiyle gidiyor ebede
Benimle birlikte.

BAHAR ÇAKMAK

23 Ekim 2010

Koparılanlar

Islak, yapışkan bir sıcak
Yalnız, hayalinle yalnız
Ateşe atılan adımlar
Hepsi geceyle korlanmış
Islak kasvet
Dört duvara sıvanmış.

Akreple yelkovanın bitmeyen cengi.
Sisteki erişilemeyen hayalet.

Islak bir kumlar
Dalgaların martılara yakarışları.

Ve senin dudağının kenarında silik bir buse
Akrep yelkovana boyun eğince
Onarılmayı beklerken koparılanlar.

25 Eylül 2010

TANRI'YI ÖLDÜREN ÇELİŞKİ

-ikizime-

''Tanrı var'' dedi
''Tanrı olmak zorunda.
Hayatta mutlu olmayan ölüleri
Mutlu edebilecek bir Tanrı...''

Ölüler, kardeşim!
Ölüler,
-varsa gittikleri bir yer-
Bir ufak tabuta sığrıdırırlar
Tüm duygularımızı
Nasıl heyecanımızı, şaşkınlığımızı
-Daha kötü ne olabilir ki?-
Götürüyorlarsa
Mutluluğumuzu da götürürler
Kendini dünyamıza bağlamak için
Bizim bağlarımızı götürürler
Ölüler...

Oysa ölüler, kardeşim!
Gittikleri bir yer yok ölülerin.
Duygularını, bedenlerini,
Fikirlerini ve
Anılarını
Bize bırakıp ''hiç'' olurlar.
Ölürler be kardeşim.
Tanrı olmak zorunda değil...
Hatta aslında
Ölülerin bıraktıklarıyla dönüyor dünya!
Üzüntümüz, sevincimiz, yaşama hevesimiz,
Toprağımız, meyvemiz bile onlardan...
Bencilliğini akıtmayı bırak de gözlerinden
Bak etrafına...
Ölmeden nasıl yaşanır dünya?

Ve belki de filozof haklıdır,
Belki de Tanrı, kardeşim
Tanrı bu çelişkiyi yaratmak için
En başından öldü.