6 Haziran 2010

İstanbul'un Sesi

Tepesinde bir martının soluklandığı deniz feneri. Deniz fenerinin arkasında tüm heybetiyle yükselen Süleymaniye. Boğaz'ın kızıllaşan suları ve mehtapta el ele dolaşan iki sevgili. Galata Kulesi ve Kız Kulesi...
Göre göre eskimiş birkaç yüz ve sessizliğin sesine eşlik eden dalgaların uğultusu. Martıların simit kapma yarışı ve İstanbul'un nabız sesleri. Hiçliğin, yalnızlığın, sessizliğin sesi.
Nice yolcu taşımış çilekeş bir geminin yarattığı yapay dalgalar ve İstanbul'a yakışan yapay ve şuh kahkahalar. Denize yansıyan kızıl yakarışlar. Geminin düdüğü, İstanbul'un kahkahaları ve sessizliğin sesi.
Suya yansıyan iki minare ve yüzyılların heybetli bekleyişi. Ağaçların rüzgâra boyun eğip ahenkle dans edişi. Yağmur damlalarının denize karışması ve yağmurdan korunmak için bir şaçak altına sığınmış İstanbul... Denize dalıp çıkan balıkçıl kuşların sesleri, rüzgârın uğultusu ve İstanbul'un dişlerinin gıcırtısı.
Postanenin yıllara direnen gizemi. Sonbaharın insanın içine işleyen kederi. Günün en yoğun saatleri... İstanbul, elinde çantası koşturarak çıkıyor merdivenleri. İstanbul'un zamansız, yorgun ve aceleci adımlarının sesleri.
İçinde türlü türlü insanın yaşadığı bir harabe İstanbul. Yüzyıllardır hunharca tahrip edile edile görkemini kaybetmiş eski bir malikâne aslında. Devrilmiş eski bir koltuk, hangi ağaca ait olduğu bilinmeyen birkaç dal parçası ve bu bitpazarına pek de yakışmayan yemyeşil bir filiz. Aralanmış ahşap bir kapı. Kapının gıcırtısı, gelenlerin çığlıkları ve İstanbul'un misafirperver merhabaları.
Kaydıraktan kayan birkaç çocuk. Arkalarında yükselen heybetli iş hanları ve apartmanlar. İstanbul, pamuk şeker ve kirlenmiş düşler satıyor bağıra bağıra. Çocukların çığlıkları, kirlenmiş düşlerin cızırtıları ve İstanbul'un bağırış çağırışları.
İstanbul'un özgürlüğe kanat çırpışı. Saat kulesinden yükselen sesler. Yağmurdan sonra açan güneş, İstanbul. Balonunu kaçırmış bir çocuğun, İstanbul'un, timsah gözyaşları. Bu yalnız şehrin insanı çıldırtan gürültüleri. Sonsuzluğun, kederin, sessizliğin sesi.
Ağır aksak ilerliyor İstanbul bu Arnavut kaldırımında. Sol elinde etiketlerle dolu eski bir bavul, sağ elinde kırık bir baston. İstanbul'un öksürük sesleri. Sallanan ellerin, uğuldayan rüzgârın, vedanın sesi. Sessizliğin sesi İstanbul.

1 yorum: